17 Haziran 2009 Çarşamba

kuaför

yeni bir saç modelinin kalbinizdeki sıkışmayı giderme ihtimali nedir? Sıfır. Eğer kötü olmuşsa cendere daha da sıkıştırır üstelik... Bu nedenle yepyeni bir saça bel bağlamayarak akıllılık ettiğimi düşünmekteyim fakat bu akıl kalp sıkışmasına merhem olmuyor.

Kendisine doğan cevap hakkını yine kendine ait tapulu bir blog arazisi edinerek kullanan ve sonrasında buraya bir çivi dahi çakmayan Ömer, kalbimin herşeye sıkıştığını söylyor. Şimdi arazine yeni bir blog ekleyebilirsin Ömercan çünkü bak yine cevap hakkı doğdu!

Ama kalbim hala üstüne tır konmuş gibi...

Tek istediğim ne biliyorum... Akşamüstü güneşi, huzurlu bir balkon... Hayat orda benim için dursun... Dışarıda bir yerde aksın. Ama benim için değil... Benim için yalnızca güneş doğsun, batsın, sonra yine doğsun... Limonata, otis abi. (ortam olmaz, o da bazen kalbimi sıkıştırıyor)

Ömer, nöbetten gelirken Passiflora getirir misin bana?

habibe kadiri

Bu isim Türkiye'de birçoklarına yabancı belki ama uzaklarda, kalbinde herşeye (bu herşeyin içine aklınıza ne gelirse sığdırabilirsiniz)rağmen umut besleyen kız çocukları için umuda açılan kapı demek...

her zamanki gibi sonundan başladım. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Pakistan ve İslamabad'daydı geçen hafta... ben de... bir hafta daha kalsak bölgede ayak basılmadık yer bırakmayacak gibiydik. İslamabad, Lahor, Mezar-ı Şerif ve ilçeleri,Kabil, Vardak...

İki yıl önce Kabil ve İslamabad'ı görmüştüm. İkinci kez görünce aynı hisler üşüştü yine zihnime... Dünyanın bir köşesindeki birtakım insanların diğerlerinin hayatını nasıl hiç çekinmeden altüst edebildiğine hiç bıkmadan öfkelenebilirim. İran seçimleri- Bush'un Al Gore karşısındaki şaibeli zaferini hatırlattı nedense, Tahran ve Washington'un kaderin aynı cilvesinde buluştukları hissine kapıldım, komplo teorileri üşüştü de üşüştü... hür irademizle tercih yaptığımızı sanarken ne kadar da yanılıyoruz heyhat! her neyse...

Bunların hepsinden önemli olanı Afganistan'ın Cevizcan vilayetinin Akça ilçesi... O ilçedeki Habibe Kadiri Afgan Türk Kız Lisesi... Öğrencileri ve öğretmenleri...
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı bu okulun genç kadın öğretmenleri Türkiye sınırları dışında yazıyor kendi Çalıkuşu öykülerini... Kendilerine tahsis edilmiş bir binayı lojman olarak kullanıyor, camları film kaplı araçlarla lojman ve okul arasında bir hayat sürüyorlar. Bir keresinde lojmanları saldırıya uğramış, genç öğretmenlerden biri "kalaşnikof alacağım, biz kendimizi koruruz" deyince Büyükelçilik n'apacağını şaşırmış zar zor yatıştırmış Çalıkuşu'nu...

Kara gözlerinin içi ışıl ışıl parlayan Afgan kızlarına o kadar güzel Türkçe öğretmişler ki... Onlar için Türkiye'den gelen başı açık her genç kız öğretmen... Türkiye'yi tutkuyla merak ediyor, görmeden seviyorlar... Kısa süre önce Türkiye'ye dönen Sibel öğretmenleri oldum hemen... Etrafım sarıldı... Merakla, umutla incelediler durdular. Aman Allah'ım... Biri gazeteci olmak istiyormuş. İngilizce'yi ihmal etme deyip kartımı verdim. Elimden bu kadarı geldi. Hayatımda böyle bir sevgi görmemiştim afalladım. Bu bölgede insan olmak, insanlığının elinden gelmeyenler ve kendi küçük muts,uzlukların için utanç duymak neymiş burda anladım...

Bir de Pakistan'da Şah Mansur kampında... Taliban ve El Kaide bir tarafta Pakistan ordusu diğer tarafta... Arada yerlerinden yurtlarından olmuş 2,6 milyon insan... Yalnız 51 bini kamplarda, diğerleri kendilerine kapılarını açan geleneği güçlü Peştunlara sığınmış... hayat zor mu? Çok istediğiniz gömleği alamıyor musunuz? Gelin Şah Mansur kampında ağırlayalım (!) sizi... Aynı süiti pardon çadırı şanslı beş aileyle paylaşmak ister misiniz?!

Kara gözlü çocuklar... Çadır denizi ve bin türlü acının her türlü kombinasyonu...Hayat en vahşi en yalın haliyle buralarda...



İçinizi açmadıysa yandaki blog'a zaplayın. hep öyle yapmaz mıyız? Şehit haberlerinde, katliam haberlerinde, cinnet haberlerinde hoop Mehmet Ali ile 50 Sarışın'a uçuvermez miyiz? Aslında kimseye kızmaya hakkım yok... bu kadar çaresiz bu kadar cahil olduğum için kendime kızıyorum... Başka milyonlarca şeye kızdığım gibi... Şu dünyada gerçek olan ne biliyor musunuz? Habibe Kadiri kız lisesinin Türk öğretmenleri, Afgan öğrencileri, bir de çadırdaki o kara gözlü ufaklık... Gerisi yalan...

Şimdi sırada Irak var... Gerçeğin çırılçıplak olanı...

3 Haziran 2009 Çarşamba

blank





Yeni Delhi...

Şubat ayında ilkbahar serinliği karşılıyor Yeni Delhi'de... O zamanlar Slumdog modası esmiyor, Benjamin Button gibi olmak (giderek gençleşmek anlamında) magazin kültüründe yerini almamış henüz... Şubat'ta böyleyse diyerek yazın kavurucu nemli sıcağını düşünmek bile istemiyorum... ben ki Adana-Mersin sıcağına oh oh yaksıın diyerek meydan okuma, klimalı ortamlara direnme iddiasındayım (bölgeye eylülden eylüle giderek mağlup olmadığım bir iddia) her neyse...

Kaldığımız otel delhi'nin en havalılarından... hizmet sektöründe saygıda kusur etmeden çalışanların çokluğunu fark etmemek mümkün değil... ingiliz sömürgeciliğine atıfta bulunan bilmiş yorumları yapıştırıveriyor, derhal türkiye ile karşılaştırıyor, bağımsızlığın öneminden dem vuruyoruz. dubai üzerinden 24 saat yol yaptıktan sonra (sormayın neden!) ulaşabildiğim hindistan'dan tac mahal'i dahi göremeden ayrılıyorum. otel odasının televizyonunda bol bol hint dansı seyrediyorum aman yarabbi ne cilveli figürler bunlar! parayı iş merkezi gibi bir yerde, ankara'nın ulus'unu andırıyor ama daha kötü, bozduruyorum. ekip araçta bekliyor.döndüğümde camlar, kapılar kilitlenmiş aracın etrafını onlarca çocuk sarmış para istiyor. cebimizdekileri orda bırakmadan ayrılıyoruz. ama o çocuklardan çok var sokaklarda... rivayet o ki,hindistan'da 70 milyon kişi sokaklarda yaşıyormuş... cık cık Türkiye'nin nüfusu kadar diyen acıma nidaları... kobra hindistan'ın ödüllü birasıymış... otelin diskosuna takıldık bir akşam ve binbir çaba ile dj'in Tarkan çalmasını sağladık. kendimiz çaldık kendimiz oynadık gibi oldu biraz. hani taa hindistan'dayız ya... ve oralarda Tarkan çalıyor. Ama etraftan bir ilgi, flörtöz bir hava, bir şaşırma belirtisi görmeyince bozulduk tabii... çok eğleniyoruz hahahayt havalarda devam ettik... meraklısına not: bol bol üç nokta koyunca daha havalı olduğunu düşünmüyorum yazdıklarımın. alışkanlık, nokta her şeyin sonu geldi hissi yaratıyor. erol taş kahkahalar atarak sonun geldi diyor adeta (ömer de fikir uçuşması var sende diyor) mumbai, bildiğimiz bombay'ı göremediğim için çok üzgünüm, eminim çok daha heyecan vericidir. hani tipik istanbul-ankara, newyork-washington ayrımı gibi...

yeni delhi'de Gandhi'nin vurulduğu eve gittik, ayak izlerini takip ettik... Gandhi de Atatürk gibi geçen yüzyıla ait... iyi-kötü-çirkin farketmez geçen yüzyılın ruhu vardı... nostalji hastası değilim ama peşpeşe gelen felaketler genetik zincirlerde, parmak uçlarında his kaybı yaratıyor sanki... kimsenin sistem denen efendiye şöyle ya da böyle kafa tutası yok... tutarmış gibi yapıp dalgana bak: taktik bu!
geçen yüzyılın son dedeleri castro, arafat ve denktaş... arafat titreyen dudakları ile veda etti, castro ve denktaş'a uzun ömürler...

his kaybı. Bir günü daha sağ salim, karnın tok sırtın pek tamamladıysan; sesini çıkarma, televizyona bak iki saat, sonra kıvrıl yat... şşş, ses etme! işte bu yüzyılın özeti.

yaprak dökümü-aşk-ı memnu



"-Nerden geldiler bu insanlar Behlül? Nasıl girdiler hayatımıza?"

Gözleri yaşlı böyle soruyor Nihal, Adnan Ziyagil'in üzülünce şıppadanak bayılıveren kızı; umutsuzca aşık olduğu Behlül'e...

Necla ile Leyla arasındaki nefreti hayretler ederek izliyoruz... Olur mu hiç kardeşler arasında diye cık cık ayıplayarak... Dalıp gidiyoruz yaprakların nasıl da tek tek dökülüverdiğine...

Çıt çıkmıyor reklam arasına kadar... Bütün sohbet arada... Sohbet konusu da dizinin kritiği zaten...

8'de özet 8 buçukta dizi başlar, 10 buçuk gibi biter... 2 saat uyuştun işte... Firdevs hanımın bu yaşta bunca havalı gardrobuna, Behlül'ün yakışıklılığına bittin, Ferhundeye küfrettin... Kendi yediğin küfürler, işittiğin azarlar siliniverdi... Bihter kadar güzel ve zekisin şimdi...

iki saat uyuştun yeter sana... git yat şimdi...

Nerden geldi bu insanlar Behlül? Nasıl girdiler hayatımıza?

Bazen bu soruyu ben de sormak istiyorum, gözyaşları içinde...

Nerden geldi, kim bu insanlar?