30 Temmuz 2009 Perşembe

aile



bu akşam ailenin- hani sosyal bilgisi ders kitaplarında anne baba ve çocuklardan oluşan toplumun en küçük birimi,çekirdeği- gerçek hayattaki karşılığını bir kez daha gördüm. ve aile bir kez daha hoşuma gitti. Aileyi ergen isyanlarında ve mezuniyet sonrası ilk dönemde pek sevmeyiz. sonra annemiz gibi davranmaya başlayınca dannnkk eder. Bu akşam kalabalık ailemin dar kadrosu ile mini-zirve yaptık. Yedik, içtik, güldük ve kritik yaptık. Yetişkin arkadaşlardık, damarlarımızdan aynı kan grubu akıyordu ve kulağa arabesk gelecek ama o kanı biribirimiz için her durumda akıtabileceğimizi biliyorduk. Akıtmayıp kendimize dikkat etmenin, sağlıklı ve mutlu yaşamanın yine aile için en büyük iyilik olduğunu da... Aile, ufaklıklarla büyüyor. Merak edilenlerin sayısı artıyor. Ailede saygı var, üzerine titremek, kriz dönemlerinde birlik olmak, yargılamadan destek vermek, sinirini biribirinden çıkarmak, hatta orda olmayanı tatlı tatlı çekiştirmek de var... en gerçek klişelerden biri:hayat zor. Ailen olmadan olmaz. Anlamak için 30 yaş şart değil,burnun hafiften sürtülsün yeter.

not:fotoğraflar estonya tallinn'den

29 Temmuz 2009 Çarşamba

sürecek


esasında şöyle bir temiz içimi dökesim var ama belki sonra, tatil için geri sayım başladı. Haftaya Cuma yolcudur Abbas bağlasan durmaz! Tatil iyi gelir diye ummakla birlikte mucize beklentisine girmek istemiyorum. Yine de tatil iyidir, tatil yapınız. Ve bir sonraki sayıda, Şarm-el Şeyh, Sırbistan, korfu ve Portekiz konu başlıkları... Sürecek...

halk düşmanları



johnny dillinger,adamımsın! hatta adam gibi adamsın hahaha!bayılıyorum bu lafa:adam gibi adam... pop-fantezi-arabesk şarkıcıları daha çok sever ve kullanır zaten en çok onlara yakışır. Beyaz atlı prensini arayım derken fazla beklediğini farkedenlerin de savunma mekanizmasıdır: Adam gibi adam arıyorum ben! her neyse konumuza dönelim hatta mümkünse hiç ayrılmayalım. Johnny Depp ve Christian Bale var başrollerde ama tabii ben sinema değil yaprak dökümü-aşk-ı-memnu vs izleyicisi olduğumdan ne anlarım yönetmenden, ilgilenmedim bile! Aa kadın oyuncuyu merak ettim bak, google is God! Esas kızımız Marion Cotillardmış. Edith Piaf'ı canlandırdığı La Vie en Rose ile en iyi kadın oyuncu dalında İngilzce dışında bir dilde rol keserek Akademi ödülünü kazanan ikinci aktrismiş (diğeri Sophia Loren). Ben de sinema yazarı moduna girdim ya bravo. Her neyse Johnny Dillinger vs Melvin Purvis, Kazananı olmayan bir kaçma-kovalamaca içinde. Eski tüfek Charles Winstead rolündeki Stephen Lang, ağır abilerin kralı! Yönetmen Michael Mann'mış imdbye girmişken üşenmedim baktım. Sitede, 7.6 almış Halk Düşmanları (lütfen Bülent Ersoy gibi halk demeyiniz). Halk bu işi biliyor şekerim. Eli yüzü düzgün bir yapım (vaay jargonu kaptım bile) Bende sadece final bölümü için çekilmiş bir film etkisi yarattı ve Johnny Depp şaşkın Karayip Korsanı olarak kalmasın diye... (bu arada karayip korsanları ve buz devri nedense aynı hissi uyandırıyor bende. Scratch ve Korsan Jack Sparrow aynı kişi sanki... her neyse beynimin kıvrımlarında saklanan bütün tuhaflıkları bir avazda öğrenmeyin). Halk Düşmanları izlenesi bir film özellikle Johnny ve son günü için (sinema yazarı sorumluluğu ile filmin sonunu da yumurtladım oh ya)... Sabahın 2si oldu Sibel kaçar (bkz Behlül aşk-ı-memnu hahahahah)
not:ya kendimi neden kelebek-günaydın türevi bir yerden fırlamış gibi hissettim bir an?
not1: bu arada gazete eklerinde carrie bradshaw klonu köşe yazarımsı kızlar nerden, nasıl buluyor bu işi?

7 Temmuz 2009 Salı

notlar


not1: kiev manzaralarının yiğit'le ilgisi yok ama iznini almadan fotosunu koymak istemedim.
not2: blog denilen şey köşe yazısı gibi bir sorumluluk mu? içimi dökmek istediğimde aya uçur beni skati! desem?
not3: tatil planları yapılıyor. Elif'in düğünü 26'sında. üzerimde bir keyif, bir 'hey! rahat ol adamım' halleri var.
not4: maykıl ceksın. deniz seki. münevver. söylenecek ne kaldı? ben eksik kalsam ne olur? Ne söylediğimin ne anlamı var artık?
not5: maykıl ceksın'ı ben böyle, beyaz atletiyle, bembeyaz dişleriyle hatırlamak istiyorum. iç sesimizin 'dur artık, kıvama geldin' dediği noktada.full stop

didikleme





yiğit'le on yılı geride bırakmışız. sıradan bir şey gibi geldi önce, düşündükçe önemini fark ettim. çok kısa bir bölümünde Ankara'daydı geri kalanı biribirimizden ayrı geçti. Kızlar çekiştirildi, erkekler çekiştirildi, yürümeyen ilişkiler masaya yatırıldı. Ortak arkadaşlar çekiştirildi. Akıllar alındı, verildi, taktikler sıralandı. Yaşıtlarımızın çoğu evlendi, 'çoluk çocuğa karıştı'. Bizim gündem maddelerimiz pek değişmedi. Son zirveden çıkan sonuç: didikleme sibel.
Aslında didiklememi istemediği kişi Ömer. Yine de net bir mesaj gibi geldi. Duymam gerekenler Yiğit'in ağzından çıktı: DİDİKLEME SİBEL.

en çok da kendini didikleme...

Saatler süren, çokça sigaranın ve kıkırdamanın eşlik ettiği Zirve'yi garson abimiz kapanış çayıyla harmanlamak istedi. Sanki buyur sen de katıl desek oturuverecek gibiydi. Fark ettik ki arkadaş sevgilinin yerini tutmaz ama sevgili de arkadaş gibi olmaz.

60 yaşımızda da kıkırdamak istiyorum. Hem sevgilimle hem arkadaşlarımla...

Yiğit, Diyarbakır'a gidiyor. 4 yılı orda geçecek, ara sıra Ankara'ya uğrayacak. Gelecek dört yılın gündeminde bakalım neler olacak?