30 Mayıs 2010 Pazar

episode one




love   /lʌv/ Show Spelled [luhv] Show IPA noun, verb,loved, lov·ing.
–noun
1.a profoundly tender, passionate affection for another person.
2.a feeling of warm personal attachment or deep affection, as for a parent, child, or friend.
3.sexual passion or desire.
4.a person toward whom love is felt; beloved person; sweetheart.
5.(used in direct address as a term of endearment, affection, or the like): Would you like to see a movie, love?
6.a love affair; an intensely amorous incident; amour.
7.sexual intercourse; copulation.
8.(initial capital letter) a personification of sexual affection, as Eros or Cupid.
9.affectionate concern for the well-being of others: the love of one's neighbor.
10.strong predilection, enthusiasm, or liking for anything: her love of books.
11.the object or thing so liked: The theater was her great love.
12.the benevolent affection of god for His creatures, or the reverent affection due from them to God.
13.Chiefly Tennis. a score of zero; nothing.
14.a word formerly used in communications to represent the letter L.
–verb (used with object)
15.to have love or affection for: All her pupils love her.
16.to have a profoundly tender, passionate affection for (another person).
17.to have a strong liking for; take great pleasure in: to love music.
18.to need or require; benefit greatly from: Plants love sunlight.
19.to embrace and kiss (someone), as a lover.
20.to have sexual intercourse with.
–verb (used without object)
21.to have love or affection for another person; be in love.
—Verb phrase
22.love up, to hug and cuddle: She loves him up every chance she gets.
—Idioms
23.for love,
a.out of affection or liking; for pleasure.
b.without compensation; gratuitously: He took care of the poor for love.
24.for the love of, in consideration of; for the sake of: For the love of mercy, stop that noise.
25.in love, infused with or feeling deep affection or passion: a youth always in love.
26.in love with, feeling deep affection or passion for (a person, idea, occupation, etc.); enamored of: in love with the girl next door; in love with one's work.
27.make love,
a.to embrace and kiss as lovers.
b.to engage in sexual activity.
28.no love lost, dislike; animosity: There was no love lost between the two brothers.
Use love in a Sentence
See images of love
Search love on the Web

--------------------------------------------------------------------------------

Origin:
bef. 900; (n.) ME; OE lufu, c. OFris luve, OHG luba, Goth lubō; (v.) ME lov(i)en, OE lufian; c. OFris luvia, OHG lubōn to love, L lubēre (later libēre) to be pleasing; akin to lief

—Related forms
outlove, verb (used with object),-loved, -lov·ing.
o·ver·love, verb,-loved, -lov·ing.


—Synonyms
1. tenderness, fondness, predilection, warmth, passion, adoration. 1, 2. Love, affection, devotion all mean a deep and enduring emotional regard, usually for another person. Love may apply to various kinds of regard: the charity of the Creator, reverent adoration toward God or toward a person, the relation of parent and child, the regard of friends for each other, romantic feelings for another person, etc. Affection is a fondness for others that is enduring and tender, but calm. Devotion is an intense love and steadfast, enduring loyalty to a person; it may also imply consecration to a cause. 2. liking, inclination, regard, friendliness. 15. like. 16. adore, adulate, worship.


—Antonyms
1, 2. hatred, dislike. 15, 16. detest, hate.

26 Mayıs 2010 Çarşamba






Madrid'de bir çatıkatında yaşıyor olsam. Kapıda scooter, flörtöz ihtiyarların tatlı tatlı kur yaptığı bir mahalle barına arada takılsam. Hayatta yapmayı en çok sevdiği şeyden para kazanabilen şanslı azınlıktan olsam. Kendimi yeryüzünde yaşayan en özgür-dolayısıyla en mutlu- insan gibi hissetsem. Sanki tek eksik köşeyi dönünce karşıma çıkıverecek büyük aşk gibi. Tamam boşluğu dolduralım hayatımın aşkını da bulmuş olalım. Ooo tam bir romantik komedi senaryosu. Steril. Neydi Jim Carrey'nin filminin adı, hah yaşasın Google! Truman Show!Gerçek olamayacak kadar mükemmel. Yani huzursuz edici... Bütün bu mükemmelliği kaybetmeyi göze alabilecek kadar özgür müsün/aptal mısın? Şükretmekle razı olmak arasındaki fark nedir?

Herhangi bir entellektüel tespit yapamayacak, teorilerimi sağlam bir temele oturtamayacak kadar cahilim. Bir gün gelecek, dünya üzerinde yazılmış bütün kitapları hatmedeceğim, o zamana kadar... aklıma geleni yazarım. ben buna üst/orta sınıf garanticiliği derim. Her zaman yeniden başlayacak kadar tuzu kuru ya da kaybedecek bir şeyi olmayanlar gibi gözükara değilsen hiç ağlama... Yani sen tek kelime İngilizce bilmeden New York'ta küçük çaplı bir krallık kuracak adam değilsin... Ödün patlar kredi kartına 10 taksitle aldığın, küçük bir servet eden X-her neyse zarar görecek diye... Hele bir de aile kurarsan bittin. Bir yandan bütün bunları- orta sınıf arabanı ya da sana lüksü hissettiren herhangi bir şeyini- yitirmekten korkarsın. Diğer yandan huzursuz olursun hiçbir manevra alanın olmamasından. Hep parçalı bulutlu, arafta dolaşırsın, gitmek ister gibi yapar hiçbir yere kıpırdayamazsın.

------

Aslında bugün inanç hakkında yazmak gelmişti içimden. Sıkı sıkı tutunduğum maneviyatımın nasıl rengi atmış bir tişört gibi solduğundan, bundan duyduğum huzursuzluktan sözedecektim. Kendimi bildim bileli - ki bu bizimkiler tv seyrederken uyuyakalmış numarası yaparak onları dinlediğim ilkokul dönemlerine kadar gider- dünyanın en inançlı insanı gibi hissederim. içimi bu kadar rahat dökebildiğim, dev aynasında vicdanımı bu kadar çıplak görebildiğim başka kim var? bana hayatta bu kadar yakın kim var? bana Şah damarımdan daha yakın olan kim? (not düşmekte fayda var teoloji bilgim de diğer konulardaki bilgimden daha fazla değil!)

Bunları yazmayı aklımdan geçirirken gözüm BBC World'de, namaz kılan Afganlara takılıyor. Soruyorum: inanç mı? beni görseler ateşlere atarlar gibi geliyor. Gene de en az onlar kadar hatta daha inançlı hissetmeme engel olamıyorlar. Ama onların hatta onlardan daha sakin türevlerinin engel olduğu bir şey var bugünlerde: eskisi kadar teklifsiz, kendi vicdanımın sesi olarak konuşamıyorum O'nunla. Sanki dipsiz, suyu çekilmiş bir kuyu gibi sesi kesilmiş iç sesimin, belki de çok gürültü var dışarıda, iç sesi duymak imkansız olmuş. yani... biraz sessizlik lütfen... duyamıyorum.

17 Mayıs 2010 Pazartesi











google'dan kendi blogum için arama verdim. Allah'ım ne kadar sıkıcı görünüyor. kuğu resimleri. milattan öncenin şarkı sözleri falan. off! daha eğlenceli olmak istedim. kendim ve 6 kişiden oluşan okurlarım için! sansür olunca eğlence de olmuyor yahu. siyaseten doğruluk vayys! yeraltına mı insem? şöyle paralel hayatlar, kaçma kovalamaca, gündüz güzeli fentezileri şşşş, ya da gündüz memur geceleri sayko hesabı... kısacası arada bunaldıkça sığınabilirim ama genel olarak under construction...
ve bu fotolar da son çırpınışlar

brezilya dizisi

bir güz başı (brezilya dolaylarında-bizim buralarda ilkbahar) bütün bir öğleden sonra kuğu olduğunu sandığım bu arkadaşların fotoğraflarını çekme lüksüne sahip olduğum için mutluyum. önce kimse yoktu. aslında biri vardı. kalabalık içinde yalnızım diye kederlenen bir tanesi salak salak etrafına bakındı. sonra kalabalığa daldı. ordan kendine manita yaptı. bir süre takıldılar. Veee ciao bella! kısa metrajlı brezilya dizimin adı gölde aşk!



IBIRAPUERA PARKI -SAO PAULO

PERFECT DAY

Just a perfect day

drink Sangria in the park

And then later when it gets dark,

we go home

Just a perfect day

feed animals in the zoo

Then later a movie, too, and then home

Oh, it's such a perfect day

I'm glad I spend it with you

Oh, such a perfect day

You just keep me hanging on

You just keep me hanging on

Just a perfect day problems all left alone

Weekenders on our own it's such fun

Just a perfect day

you made me forget myself

I thought I was someone else, someone good

Oh, it's such a perfect day

I'm glad I spent it with you

Oh, such a perfect day

You just keep me hanging on

You just keep me hanging on

You're going to reap just what you sow

You're going to reap just what you sow

You're going to reap just what you sow

You're going to reap just what you sow

16 Mayıs 2010 Pazar




amerika birleşik devletleri
bm güvenlik konseyi'nde ise Brezilya da olmalı. brezilya daimi üye olursa Türkiye neden olmasın? yani kimse kusura bakmasın ama güvenlik konseyi de pek öyle ahım şahım bir yer değil. new york'taki binada boruları fareler kemirmiş diye yenilemeye gitmişler artık bm'nin laz müteahhitleri kimlerse bunları bir güzel kafakola almış. yenileme demeye bin şahit. brezilya'yı sambacılarından, futbolundan, riosundan, graffitili duvarlarından ötürü kayırıyor değilim. hatta başkent brasilia'nın sterilliği içimi baydı fotoğraf bile çekesim gelmedi. ban ki mooncuğuma biraz kur yaptım beni de bm'de işe alsın diye ama ohoooo ne torpiller dönüyormuş meğer! ne diyordum? reform şart ama zor, kimse ayrıcalığından vazgeçmek istemiyor. oysa daha çok sese ihtiyaç var. bütün pazarlıklar o kameraların karşısındaki devasa odanın yanında fare kapanı gibi kalan yerde ve öncesinde geçiyor. çoraplar oralarda örülüyor kimi zaman (şimdi geçici de olsa türkiye de bmgk'da haksızlık etmek istemem herkes pek bir övüyor performansımızı yani türk'ün türk'e propagandası olmaktan çıkmış çoktan) ve işte daha az çorap örülüp daha adil daha güvenli bir ortam için önce şu fare kapanlarını kaldırmak, halkayı genişletmek lazım sanki. türkiye de daimi üye olmalı mesela, ya da her bmgk üyesinin hakkı eşit olmalı, hepimiz eşitiz ama biz daha eşitiz anlayışı kalkmalı. kıbrıs kararları rus inadına takılmamalı mesela...

en tuhafı ben burda pijamalarımla ahkam kesiyorum. kravatlı adamlar, tayyörlü hanımlar, bm koridorlarında koşuşturuyor. sonra bm'de mesai bitiyor, onlar da pijamalarını giyiyor. ne bilim şöyle mideleri eziliyor biraz gece kalkıp bir şeyler atıştırıyorlar falan. işte çoluk çocukları sevdikleri oluyor. sonra sabah oluyor, pijamalar çıkıyor laciler çekiliyor ciddi ciddi. hoop bir imza: ırak'ta kimyasal silah var tu kaka sonra aaa yokmuş.

off niyetim aşk meşk çoluk çocuk yazmaktı neyse coming soon...

let's fall in love



I have a feeling, it's a feeling,
I'm concealing, I don't know why
It's just a mental, sentimental alibi

But I adore you
So strong for you
Why go on stalling
I am falling
Our love is calling
Why be shy?

Let's fall in love
Why shouldn't we fall in love?
Our hearts are made of it
Let's take a chance
Why be afraid of it

Let's close our eyes and make our own paradise
Little we know of it, still we can try
To make a go of it

ELLA FITZGERALD'DAN DİNLEYİNİZ
We might have an end for each other
To be or not be
Let our hearts discover

Let's fall in love
Why shouldn't we fall in love
Now is the time for it, while we are young
Let's fall in love

We might have and end for each other
To be or not be
Let our hearts discover

Let's fall in love
Why shouldn't we fall in love?
Now is the time for it, while we are young
Let's fall in love

---------
FRANK SINATRA'DAN ŞAŞMAYINIZ

Fly me to the moon
Let me sing among those stars
Let me see what spring is like
On jupiter and mars
In other words, hold my hand
In other words, baby kiss me
Fill my heart with song
Let me sing for ever more
You are all I long for
All I worship and adore
In other words, please be true
In other words, I love you

--------------

MUTLAKA AMY WINEHOUSE'DAN DİNLEYİNİZ

Tonight you're mine completely
You give you love so sweetly
Tonight the light of love is in your eyes
But will you love me tomorrow?

Is this a lasting treasure
Or just a moment's pleasure?
Can I believe the magic of your sighs?
Will you still love me tomorrow?

Tonight with words unspoken
You say that I'm the only one
But will my heart be broken
When the night meets the morning sun?

I'd like to know that your love
Is love I can be sure of
So tell me now, and I won't ask again
Will you still love me tomorrow?

So tell me now, and I won't ask again
Will you still love me tomorrow?
Will you still love me tomorrow?
Will you still love me tomorrow?

-----------

VE YİNE AMY WINEHOUSE SÖYLESİN

To know know know him
Is to love love love him
Just to see that smile
Makes my life worthwhile
To know know know him
Is to love love love him
And I do, and I do, and I do

Oh, I'll be good to him
I'll bring joy to him
Everyone says there'll come a day
When I'll walk alongside of him
To know know know him
Is to love love love him
And I do, I really do, and I do

Why can't he see
How blind can he be
Someday he'll see
That he was meant for me

To know know know him
Is to love love love him
Just to see that smile
Makes my life worthwhile
To know know know him
Is to love love love him
And I do, I really do, and I do

-------------

şimdi bütün bu romantik parçaları Michael Douglas'la samimi fotomuzun altına ekleyince yanlış anlama olmasın, Kerata Jones kıskanmasın. diğer alternatiflerim ban ki mooncum ve obamacımla olanlardı ama kimsenin siyasi kariyerine kastım yok. Michaelcımınsa malum pek bir numarası yok şu hayatta spartacus'ün oğlu olmak ve sharoncımı dikizlemekten başka. her neyse... niyetim dört başı mamur bir newyork yazısı yazmaktı. sonra bu kadar öykünme saçma geldi itiraf edeyim. işte havalı bir şehir, ruh hastası insanlarla dolu, herkes göçmen, müzikalleri,times meydanı, özgürlük anıtı ve merkez parkı meşhur. aman ne bilim, küreselleşme midir nedir, bilemiyorum her şeyi sıradan yapıyor. yani amerikan filmlerinde her bir yerini kare kare belliyorsun sonra bakıyorsun amanın film be bu! ya da içim mi geçmiş nedir? ama yine de itiraf ediyorum bin kere fırsat olsa bin kere giderim. yok yok milyar kere!

yani giriş sayfasında newyork'ta hava durumunu gösteren biri olarak daha fazla serin takılamadım! bu arada fahrenheit için -32 bölü 2 formülünü öğrendim bilginize!

coming soon

Hilo dedi ki neden bu kadar az yazıyorsun böyle blggerlık mı olur? baktım en son 2 ay önce yazmışım. tamam dedim kendi kendime... brezilya, new york ve Paul Auster'ın Son Şeyler Ülkesinde kitabından notlar kısa süre sonra bu adreste! coming soon...