26 Temmuz 2010 Pazartesi

disappointment

Disappointment you shouldn’t have done
You couldn’t have done
You shouldn’t have done
The things you did then
And we could’ve been happy
What a piteous thing, a hideous thing
Was tainted by the rest

But it won’t get any harder
And I hope you’ll find your way again
And it won’t get any higher
But it all boils down to what you did then

In the night we fight, I lied you’re right
It was exactly then
I decided
And drew you out
In the night we fight, I lied you’re right
It was exactly there
I decided

But it won’t be any harder
And I whope you’ll find you way again
And it won’t get any higher
But it over boils down to what you did then
Disappointment

15 Temmuz 2010 Perşembe

Cibelle

green grass
Lay your head where my heart used to be
Hold the earth above me
Lay down in the green grass
Remember when you loved me

Come closer don't be shy
Stand beneath a rainy sky
The moon is over the rise
Think of me as a train goes by

Clear the thistles and brambles
Whistle 'Didn't He Ramble'
Now there's a bubble of me
And it's floating in thee

Stand in the shade of me
Things are now made of me
The weather vane will say
It smells like rain today

God took the stars and he tossed them
Can't tell the birds from the blossoms
You'll never be free of me
He'll make a tree from me

Don't say good bye to me
Describe the sky to me
And if the sky falls, mark my words
We'll catch mocking birds

Lay your head where my heart used to be
Hold the earth above me
Lay down in the green grass
Remember when you loved me
Remember when you loved me
Remember when you loved me

8 Temmuz 2010 Perşembe

londra güncesi

bazı yalanlar güzel, bazı gerçekler acıymış...

youtube'un yasak olmadığı bir yerde, Londra'da sabahın ikisinde Teoman dinliyorum. 100 sterlin bayıldığım odanın bizdeki deyimiyle kotta olduğunu görünce kendimi can havliyle lobiye attım değiştirin bu odayı diye... oda yok yarın değiştirelim yanıtını alınca kös kös claustrophobie kaynağına geri döndüm. gecenin bir vakti dönünce de sızdım kaldım. ve işte ikinciyi geceyi de burda geçiriyorum. londra bende 5 yıl önceki heyecanı estirmedi. sanırım artık sayfiye dinginliği ve ılık rüzgarları olmayan hiçbir yer için kalbim çarpmıyor. ya da belki de her yeri elele tutuştuğum biriyle kudura kudura arşınlamak istiyorum. tabanlarım patlayıncaya kadar, saatlerce yürümem, arka sokaklarda kaybolmam, bilmediğim yönlere giden otobüslere binmem otobüslerden inip metro hatlarında uyuyakalmam gerek. aşık olduğum her şehrin bir fon şarkısı olmalı. ben ortalıkta yokken şehrin fonunda o şarkı çalmalı.

ne londra'nın şarkısını bulabildim ne de aşkımın...


ankara'da bir temmuz akşamı için: pinhani'den yalandan da olsa ne güzel güldün o akşam bana...

ömerle ilk buluşmamız pinhani konserinde olacaktı, olmadı. fenerbahçe ülker-türk telekom maçına rastladı, aylar sonra...

gelidonya fenerinde rakı-meze... sonra mojito akşamı...

ben balarısı gibiydim senden önce bak pervanelere döndüm seni görünce. yana yana kül olsam her an yine de senden ayrılamam yoluna adadım ömrümü ben sensiz olamam bin yıl yaşasam yine sana doyamam bana ellerini ver hayat seni sevince güzel



mürekkep olmak: -den oluşmak (bkz. tdk.org.tr)

4 Temmuz 2010 Pazar

cordoba


Cordoba, bir kadeh kırmızı şarap ve flamenkodan fazlasını vaadediyor.
Ama sadece vaadediyor.
Bir şekilde kesişen yolları birleştirmekten bihaber.
Kesişen yollarda ilerleyenler de Cordoba'nın ruhundan habersiz.
Yeterince arabesk, yeterince acıya dayanıklı değiller...
Cordoba tatlı su aşıklarının yeri değil.

gettin' older


bu fotoğrafı geçen sonbaharda Madrid'de bir kilisenin duvarına saklanarak çektim. bir yandan da sanki onları çekmiyormuş, Madrid sokaklarının hastasıymış gibi aklım sıra çaktırmamaya çalışıyordum. sadece ve sadece yaşlı oldukları için fotoğraflarını çektiklerimi düşünmelerini istemedim. fondaki beyaz arabanın vınnn diye geçerken flu kalması da, vınnn diye geçen hayatın simgesi falan değil uyduruk fotoğraf makinamdan çıkmış bir tesadüf. (fotoğraf sanatında bunun bir adı, tekniği, bir şeyi vardır ama beni aşar)
yaşlı insanlarda içimi höyküre höyküre ağlama isteği ile dolduran bir şey var. bu benim dramatik sopranoluğumdan muhtemelen yoksa bu bankta gördüğünüz iki yaşlı beyefendi, geçen yıllarına acımak yerine gelip geçen kadınların kalçalarına puan veriyormuş gibi duruyor- ki neyse ki önlerinden geçmem gerekmedi.

havadan sudan


yağmura itirazım yok, kuraklık heveslisi de değilim. ama yaz dediğin sarı sıcak olur. kavrulursun, köpüklü dalgaların, şort üstü kot mont dolaşılan serin akşamların hayalini kurarsın. yaz işte, bildiğin yaz. hani? nerde? hala yağmur yağıyor. yağıyor. yağıyor. berrak bir gökyüzü mü? belki güneyde. mevsimler panomu geri istiyorum. ilkbahar yaz-sonbahar kış.

barajlar yüzde yüz dolmuş.iki üç yaz öncesi kuraklık krizini hatırlıyorum. devasa bahçelerini sulayan elçiliklere düşman kesildiğimiz, haber için bidonla su kuyruklarında bekleyenlerin peşine düştüğümüz yaz...


yaz yaz yaz bir kenara yaz bütün sözlerimi, yanılırsam çık karşıma göster kendini. belki zamanla teker teker silinirler aklımdan. anlarsın ki boşuna geçmiş bunca zaman. yaz yaz yaz.


-------

Walking Through The Chaos elif ile cüneyt'in -eloyla cüno'nun blogu da var artık gruplarına isim de bulmuşlar. sorce (yanlış yazmadım, grubun adı sorce) di mi elo?

----------


elo itirafnamemi sevmiş sanırım son dönemde ilk defa evlilik hezeyanlarım dışında bir şeyler yazdığım için...

-----------

hezeyanların birinden ötekine savrulurken hayal kurmaz oldum gibi gelmeye başlamıştı. sonra birden vazgeçilmez hayalimi hatırladım. belki de herkesin hayali. artık urla mı olur bilmem ama geyiğin gırla olduğu (vay vay vay söz oyununa gel gel) deniz kenarı bir yer. yazın iki şort iki tişört bir efil efil elbise, kışın bir polar, iki eşofman altından mürekkep gardrobumla salındığım bir sahil. o sahilde bir dublesini saatlere yaysam da şişede balık olduğum, mezeleri parmak yedirten tahta masalı lokanta. sakin. uzun yaz öğleden sonralarında hafif bir esinti ile kıpraştığını uyku ile uyanıklık arasında gördüğüm tül perdeler gibi huzurlu. basit. en sevdiğim mevsim yaz. saklamıyorum. hayatım yaz gibi geçsin istiyorum. şıpıdık terlik ve hawai gömlek neşesinde, hamak mahmurluğunda. sanki o zaman durmadan defolup gitmek istemezmişim, havada gördüğüm her uçağa iç geçirmezmişim gibi geliyor.


2 Temmuz 2010 Cuma

itirafname

itiraf ediyorum. şöyle öldükten sonra keşfedilen underground kült bir kadın yazar olarak tarihe geçmek isterdim. ama sözünü ettiğim karizma sahipleri her şeyden önce böyle ezik itiraflarda bulunmazlar muhtemelen. benim yaş grubumun okuma damak tadı biraz daha sado-mazoşist loser yazarlara göre ayarlanmış ve sanki artık acı çekmeden yazabilen bir yazar kuşağı var ama keşfetmek gerekiyor. gerçi acılara odaklandığımızdan olsa gerek eskilerle aynı tadı vermez. hatta her yazı dilinin bir dönemi var. ortaokul lise dönemim bir halt anlamadan başladığım ama sonra kendimi alıkoyamadığım Rus yazarlarla geçti. Şimdi iki satır okuyamam onları, üstelik isimlerini dahi hatırlayamıyorum. Sonra Marquez geldi. işi İspanyolca öğrenip Marquez'i kendi dilinden okuma yoluna baş koymaya kadar vardırdım. Tömer'deki İspanyolca hocası ile papaz olmamla bu sevda yarım kaldı. arasıra nükseden Paul Auster düşkünlüğüm var. Baba ve Piç'e kadar Elif Şafak'ı soluksuz okumuşluğum Orhan Pamuk'un bir tek kitabını dahi olsun sonuna kadar okuyabilmek için inatlaşmışlığım da var... Sonra gazete dışında tek satır okumadığım zamanlar.


Yazı ile ilgili kişisel tarihime geçmiş iki başarım var. İlkokulda bir kompozisyon yarışmasında alınan ufak bir derece sonunda sınıfta alkışlanmam bir de üniversitede bir derste sınıfta okuduğum öykücükün kahkahalar arasında alkışlanması... Ha bir de üniversite hocamın yazdığım bir öykünün kurgusuna bakıp bunu kendin bulmuş olamazsın iması ile nerden esinlendiğimi (aşırmanın kibarcası) sorması.

Sorun şu ki, yazı varsa otokontrol olmaz. otokontrol varsa iyi yazamazsın. müthiş cümleler kurabilirsin ama iyi yazamazsın işte. Ve Ortadoğu'da otokontrolden bol bir şey bulamazsın. Hele otokontrolün kol gezdiği orta sınıftansan yazmayı unut. Üstüne bir de kontrol manyaksan en fazla katip olursun ya da bu da çok kitap okuyor denilen eksantrik tip.

yazmak. yazıyorum, yazıyorsun, yazıyor, yazıyoruz, yazıyorsunuz, yazıyorlar.

bana bir mektup yaz. olmadı, send me a post card darling...