3 Haziran 2009 Çarşamba

blank





Yeni Delhi...

Şubat ayında ilkbahar serinliği karşılıyor Yeni Delhi'de... O zamanlar Slumdog modası esmiyor, Benjamin Button gibi olmak (giderek gençleşmek anlamında) magazin kültüründe yerini almamış henüz... Şubat'ta böyleyse diyerek yazın kavurucu nemli sıcağını düşünmek bile istemiyorum... ben ki Adana-Mersin sıcağına oh oh yaksıın diyerek meydan okuma, klimalı ortamlara direnme iddiasındayım (bölgeye eylülden eylüle giderek mağlup olmadığım bir iddia) her neyse...

Kaldığımız otel delhi'nin en havalılarından... hizmet sektöründe saygıda kusur etmeden çalışanların çokluğunu fark etmemek mümkün değil... ingiliz sömürgeciliğine atıfta bulunan bilmiş yorumları yapıştırıveriyor, derhal türkiye ile karşılaştırıyor, bağımsızlığın öneminden dem vuruyoruz. dubai üzerinden 24 saat yol yaptıktan sonra (sormayın neden!) ulaşabildiğim hindistan'dan tac mahal'i dahi göremeden ayrılıyorum. otel odasının televizyonunda bol bol hint dansı seyrediyorum aman yarabbi ne cilveli figürler bunlar! parayı iş merkezi gibi bir yerde, ankara'nın ulus'unu andırıyor ama daha kötü, bozduruyorum. ekip araçta bekliyor.döndüğümde camlar, kapılar kilitlenmiş aracın etrafını onlarca çocuk sarmış para istiyor. cebimizdekileri orda bırakmadan ayrılıyoruz. ama o çocuklardan çok var sokaklarda... rivayet o ki,hindistan'da 70 milyon kişi sokaklarda yaşıyormuş... cık cık Türkiye'nin nüfusu kadar diyen acıma nidaları... kobra hindistan'ın ödüllü birasıymış... otelin diskosuna takıldık bir akşam ve binbir çaba ile dj'in Tarkan çalmasını sağladık. kendimiz çaldık kendimiz oynadık gibi oldu biraz. hani taa hindistan'dayız ya... ve oralarda Tarkan çalıyor. Ama etraftan bir ilgi, flörtöz bir hava, bir şaşırma belirtisi görmeyince bozulduk tabii... çok eğleniyoruz hahahayt havalarda devam ettik... meraklısına not: bol bol üç nokta koyunca daha havalı olduğunu düşünmüyorum yazdıklarımın. alışkanlık, nokta her şeyin sonu geldi hissi yaratıyor. erol taş kahkahalar atarak sonun geldi diyor adeta (ömer de fikir uçuşması var sende diyor) mumbai, bildiğimiz bombay'ı göremediğim için çok üzgünüm, eminim çok daha heyecan vericidir. hani tipik istanbul-ankara, newyork-washington ayrımı gibi...

yeni delhi'de Gandhi'nin vurulduğu eve gittik, ayak izlerini takip ettik... Gandhi de Atatürk gibi geçen yüzyıla ait... iyi-kötü-çirkin farketmez geçen yüzyılın ruhu vardı... nostalji hastası değilim ama peşpeşe gelen felaketler genetik zincirlerde, parmak uçlarında his kaybı yaratıyor sanki... kimsenin sistem denen efendiye şöyle ya da böyle kafa tutası yok... tutarmış gibi yapıp dalgana bak: taktik bu!
geçen yüzyılın son dedeleri castro, arafat ve denktaş... arafat titreyen dudakları ile veda etti, castro ve denktaş'a uzun ömürler...

his kaybı. Bir günü daha sağ salim, karnın tok sırtın pek tamamladıysan; sesini çıkarma, televizyona bak iki saat, sonra kıvrıl yat... şşş, ses etme! işte bu yüzyılın özeti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder